17 Aralık 2010 Cuma

Geçmişe Silgi Dayanmaz


Sevgilisinden yeni ayrılmışsa, eşinden yeni boşanmışsa sakın yaklaşma. Seviyor gibi göründüğüne bakma, aslında sevmiyor seni, kendini kandırır belki, bir çift güzel cümle duysun yeter ki...

İlgi açlığıdır yaşadığı, belki de karın açlığı bilinmez. Ya çok ilgilenmişsindir ya da hediyelere boğmuşsundur. Maddi manevi fark etmez, yara almıştır bir taraf bir ışık görmeden denemez.

Mum yak tabi fakat feneri gözüne tutma, kör etme. Zaten bir çelme yemiş geçmişinde, güçlenmeden tekrar düşmesin yere.

Ne büyük hata yapmışım dedikten sonra kısa sürede başlayan ilişkidir asıl hata, o boşluk anında birisi girebilir mi normalde hayata? Girse de sen mantı yerken, o yer salata.

Ortak paydada buluşmayı denerken, tamponu vurmayacaksın yolda giderken. Tutacaksın temkini, bırakmayacaksın elden, belki de çalıyorsunuz ayrı telden...
Oku ve iyice düşün, teşekkür edeceksin döndüğün için direkten :)

16 Aralık 2010 Perşembe

Aşkta Etkisiz Eleman

Kalbimden akan kanlarla boğabilirdim onu, öyle derindi ki yaram, dikiş tutmazdı artık. Derinlerime inmişti, en güzel izi bırakmıştı bana ardında bıraktığı acıyla. Sinirdendi belki, seven hırçın olur bilirsiniz ki...

Arkasında sakladığı bıçağı görmek istemedim bilinçsiz, o beni bıçaklı hayal edip kaçarken ben hep üzerine yürüdüm nedensiz. Kendime yakıştırdığımı ona yakıştıramadım, onsuzluğu kendime yakıştıramadım.

Göz göre göre gel dedim, yaralarsın beni git diyemedim. Benden alabilecekleri, verdiklerinden kat kat fazlaydı görmek istemedim. Korkmadım, durmadan ilerledim...

Kulaklarımı kapattım sağa sola, konsantre oldum önümdeki yola. Tutmam gerekirken tutunmadım hiçbir dala...

Kendim ettim kendim buldum belki, düşüncelerimde seni yok ederken biliyorum ki; mutluluk yine kapımdadır seni unutayım yeter ki. Asılsız aşklara kanmasın gönül, yüreksizlere kan akıtmasın gönül...

Bir daha yaşanması güç aşkların etkisiz elemanlarına armağanımdır.

12 Aralık 2010 Pazar

Hüzün


Sıcacık kumlarda yanarken, birden kara saplanabilir insan. Gözyaşlarıyla sulandırmak ister ama boşunadır, karda kaybolur gözyaşları, hiçkimse görmez bile. Akıtır damla damla, usanmadan, donar kara karışır fark etmez bile...

Avuçlarındadır o mükemmel denizin kumu, sımsıkıdır elleri. Bırakmak istemez, gittiği heryere götürmek ister. O kadar sahiplenmiştir ki, bütün görür vücuduyla.

Ama kardır bu soğuktur, kumu bile ıslatır, dondurur yok eder. Ne kadar tutarsan tut, illa ki gidecektir. Kural budur. O da istemez, alışmıştır o ele, yapışmıştır bedene. Fakat bilir ne kadar tutunursa tutunsun bir rüzgar estiğinde uçup gideceğini...

Hüzünlüdür bu ayrılık, insan alıştığından zor kopar. Kopması gerekse de kabullenemez. Bıraktım, bitti gibi gösterir ama bitiremez. Sindiremez onsuzluğu, yenilgiyi kalbine yediremez...

4 Aralık 2010 Cumartesi

Peki Ya Saygı?



'Saygı; değeri, üstünlüğü, yaşlılığı, yararlılığı, kutsallığı dolayısıyla bir kimseye, bir şeye karşı dikkatli, özenli, ölçülü davranmaya sebep olan sevgi duygusudur.'

Değinmek istediğim nokta; arada sevgi olan karşılıklı ilişkilerde saygısızlığın yaşattığı sıkıntılar. Saygı ilk önce bir sevgi duygusu ise saygısızlık eden kişinin karşısındakini yeteri kadar sevmediği düşünülmelidir. Aradaki problem her ne olursa olsun saygısızlığa lüzum yoktur, tatlı dille halledilemeyecek hiçbir problem yoktur. Bunu hak etti diyerek karşısındakine hakaretler yağdıran insanın ilk önce kendisine dönüp bakması gerekir, o hakaretler ağızdan çıkabiliyorsa 'saygısız' sıfatına layık olduğunu düşünmelidir kişi.

Bir ilişkide sevdiğini üzmek, yıkmak, sinirlendirmek için şaka yollu terbiyesizlik yapan insanın sevgisine ne kadar inanmak gerekir bilemiyorum. Bir hissiyat varsa ortada, dikkatli, özenli, ölçülü davranmak gerekmez mi? Gemileri yakmak bu kadar kolay mıdır aşkta? Dilini tutması gerekmez mi seven insanın?

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, insanlar en yakın arkadaşlarının annelerine küfrediyor, bunun üzerine karşılıklı gülüşüp sohbete devam edebiliyorlar. Ayrıyeten arkadaşın şahsına edilen küfürlerin bini bin para zaten. Ağız bozmak ayıplanmıyor artık, yeri geliyor alkış alıyor.

Bunun doğru olduğunu düşünenler de hayatlarını bu tarzda yaşamaya devam ediyor. Yaş ilerlediğinde ve bir yuva kurulduğunda eşe küfür etmek normal görülebiliyor, karşıdan cevap mı geldi şlak! bir tokat iniyor. Hayat zindan oluyor...

Saygısızlığın başladığı her ilişkide ya taraflar kendilerine çeki düzen vermeli ya da yollarını ayırmalıdırlar. O şekilde devam ettiklerinde iki tarafın gördüğü zararın bir telafisi olmayacaktır.

Saygı, sevginin bulunduğu her ortamda var olmalıdır. Sevgi, saygısız büyüyemeyen hatta solan bir çiçek gibidir.


5 Kasım 2010 Cuma

Ertelenen Hisler

Hayat kargaşasında önümüze çıkan mutluluğu nasıl doya doya yaşıyorsak üzüntüye de aynı hevesle doymalıyız. Ertelenen mutluluk nasıl sonunda yerini üzüntüye bırakıyorsa, düşünüldüğünde üzecek olanlar birikirse büyük yıkım yaşatabilir insana. Kim istemez ki gülümsemeyi, kahkahalar atmayı... Fakat bir de tersi vardır bunun, yeri gelir üzüntüyü de yaşamalıdır insan. Hem de tam zamanında yaşamalı, görmemezlikten gelmemelidir. Bardağını tamamen dolmadan boşaltmalı, taşmalara izni olmamalıdır.
Pesimistliğimden değil realistliğimdendir bu düşüncelerim. Hayatı nasıl ertelememek gerekiyorsa, planları ileri atmamak gerekiyor, sorumlulukları bilmek gerekiyorsa hisleri de ertelememek gerekir. Gözden akan yaşın bir kıymeti vardır, bazen katıla katıla gülerken bazen hüzünlü bir anda çıkıverir ortaya. Hayattır bu, her hissi yaşatır insana.
Mutlu olanı kıskanmayacaksın, üzülene acımayacaksın bileceksin ki gün gelecek sen de bir benzerini yaşayacaksın...

26 Ekim 2010 Salı

Zifiri Karanlık

Gece, kendi içimde boğar beni.
Deri eldiven takmış ellerim, kendimi boğazlıyorum sanki...
İz bırakmak istemiyorum ardımda, her zamanki gibi esrarengiz,
Parmaklarım buz kessin, kırmızı ojelerim daha da dikkat çeksin.
Tutamasın kimse fakat gözlerini de alamasın.
Gece, kendi içime sıkıştırır beni.
Alamam nefesi doyasıya,
Daralırım, kapanırım içime haykırırcasına,
İstemem, duyulmasın sesim,
Belki de mutluyum, ben ve ufacık kafesim...
Gece, kendi kendime iter beni.
Yüzleşirim gerçeklerimle,
En makyajsız halimle,
Ben bile tanıyamam bazen kendimi,
Kim nasıl tanısın beni, bilmediğim derdimle...
Gece, bir taraftan da kendime getirir beni.
Özlediğim benliğime kavuşurum,
O geç saatte sahtelikten uzak dururum,
Tavsiyedir, geceleri kendini kaybedip keşfetmek güç verir insana,
İşte bu vakitte budur benim durumum...



15 Ekim 2010 Cuma

Aşk mümkün mü?

Üzerine annesinin kıyafetlerini giymiş, sokaklarda yalnız yürüyen küçük bir kız çocuğuydum ben. Paçalarım yerlere sürüne sürüne yürürken, etrafa şaşkın bakıyordum. Kendi giysilerim bana küçük gelmeye başlamıştı, büyümeliydim artık. Yürümeliydim karanlıklara, sonu görünmeyen uzak yollara. Korkmamalıydım artık gökgürültüsünden, güçlü olmalıydım...
Korkmamalıydım seni sevmekten, anlamalıydım içimdeki kız çocuğunu fark ettiğini... Beni kıyafetlerimle yargılamadın sen, biliyordun doğrusunu yaptığımı. Suratsız değildim aslında, huysuz hiç değildim. Sadece beni tanımayı hak edenlere tanıtıyordum kendimi. Kalbime girmesini uygun gördüklerime açıyordum kalbimi...
Koynunda uyuduğum gece kendimi, kaybettiğim benliğimi buldum kokunda. Bedenim pijamalarımla örtülüydü belki fakat ruhum tamamen çıplaktı yanında. Senelerdir ilk defa olmak istediğim yerdeydim, seni yeni bulmuştum ama sanki daha öncesinde köşede bekler gibiydim...
Yolunu gözlediğimden sımsıkı sarıldım sana, üşüyorum derken yalan söylüyordum daha sıkı sarman için. Hiç bırakma istedim, öyle donup kalalım istedim sokaklarda...
Hiç susmayan 'İrem', konuşamayan 'İrem'e dönüştü sayende. Kelimelerin yetmeyeceğini anlayıp, tellerin üzerindeki Ay'ı tartışıp saçmaladık...
Yapmamız gereken de buydu aslında, konuşacak o kadar vakit vardı ki, saçmalayıp komikleşmemiz gerekiyordu o dakikalarda. Sonuçta şaşkındık birbirimizi bulduğumuza...
Bana bu hisleri yaşattığın için, kalbimin sesini her kulakta hissettirdiğin için, göze alabildiklerin için ve en önemlisi yanımda en içten halinle olabildiğin için anladım ki en umutsuz anda bile 'AŞK' mümkünmüş hala...


14 Ekim 2010 Perşembe

Adını Koyamadık


Gözlerimiz buluştu, kalp yandı tutuştu, biz adını koyamadık... 'Hiç böyle olmamıştım' dedik içten, bu neydi böyle, vuruldum en derinden... Kalbimi tanıyamaz oldum, söz geçirmeye uğraşmaz oldum. İlk defa yağmur bulutları bana güneşi hatırlattı, son defa bu kalp herkesi bir tarafa fırlattı, sen ve ben kaldık sadece, hayallerimdeki kare gibi... Kim ne derse desin diyebildim, bizi sevmeyenleri sindirebildim, koynuna girdim ve  kepenkleri indirdim... Üşürken bile ısındım yanında, buldum ya seni, gözlerindeyim her anında. Benden önce sadece sen iken, biz oluverdin birden. Kulak asmadığımız her söze, bizi önemsemeyen her göze inat, seninleyim, bizimleyim, kalbindeyim... Yarını düşünüp yormuyorum kalbi, biliyorum olacaksın, elimi tutan sadece sen olacaksın... Saniyelik bakışıyla beni rahatlatan, hiç bilmediğim diyarlarda bana aşkı anlatan, yine sen olacaksın. Boşver koyamayalım adını, herkes ne yapar bilmem ama, biz çıkaralım tadını...

5 Ekim 2010 Salı

Çiçek oldum kelebeğe sordum...

Her kelebek gün içinde birsürü çiçeğin yaprağını şereflendirir. Hafiftir, bükmez çiçeğin boynunu. Beslendiği sularla rengarenk olan çiçek her zaman mutlu eder kelebeği, insanları ettiği gibi. Mis kokusu alıverir bütün negatif enerjiyi...
Ben bugün çiçek oldum, renklere büründüm, tertemiz koktum. Etrafta olan bitenden habersiz, kendimi korurcasına çırpındım durdum.
Dikildiğim yeri ben seçmedim aslında, ileride duran arkadaşlarımla daha mutlu büyüyebilirdim belki de. Ama seçim yapma şansım yoktu... İnsanlar kadar şanslı değildim, hepsinden güzeldim fakat ben kaderimi kendim çizemedim.
Satmak için kopardılar beni, durun diyemedim. Sevdiklerini mutlu etmek için evimden ayırdılar beni, ses edemedim.
Böylesi gerekiyormuş dedim, girdiğim evleri şenlendirdim. Ve sessizce sonumu bekledim...
Herkes severdi beni, uyarırlardı üzerime basıp geçmek isteyenleri... Korurlardı belki ama işlerine gelince onlar da zarar verirlerdi.
Ben birgün çiçek oldum, kelebeğe sordum: 'Ben böyle de mutluyum, peki ya sen, sen de mutlu musun? Uçuyorsun alabildiğine, ömrüne sığdırabildiğine, peki ya memnun musun?' diye.
Verdiği cevap yapraklarımda bir terlemeye sebep oldu. Bitki olsaydım kıpırdayamazdım, o şekilde yaşayamazdım, insan olsaydım uçamazdım, uçmadan yapamazdım, böyle yaratıldım daha iyisi olamazdım...
Hayat her zaman gülümsemez, gülümsediği zamanların tadını ala ala yaşayıp, kötümser geldiğinde sakladığımız o güleryüzle selamlamalıyız hayatı...

Yarınlara özel...

Bu sefer plansızım,
Bıraktım temkini elden, üzerine bir de sabırsızım...
Bilmiyorum sebebini ama hissediyorum uzaklardan geleni.
Benzemiyor öncekilere,
Bakarken dokunuyor sanki,
Soğumuş kalbe yarar mı ki?
Çıkmaz sokak değil bu sefer,
Açık yollar, kavuşmayı kollar.
Özlediklerim özleyeceklerimin kaçta kaçı olabilir ki?
Gözyaşlarım artık sadece çiçekleri sular mı ki?
Mutluluk beni bulup, elini belime dolayıp,
Alnıma bir buse kondurur mu ki?
Kurmuyorum bu sefer, hayallerim cebimde,
Avuçlarımda kaybolmalarına izin vermiyorum,
Sır gibi saklıyorum sanki...
Bekliyorum bu sefer doğru zamanı,
Sırttan vuran ben olacağım için bekliyorum,
Hüzün kazanamayacak bu sefer.
Huzuru köşeye sıkıştırmazsam, benden kaçmaz, bilirim.
Rahat olmalıyım, hak ettiğimden emin,
Dünümle alakasız, yarınıma özel,
Aşkın çaldığı kapıyı koşa koşa açmam herşeyden güzel...

30 Eylül 2010 Perşembe

Deneme vol.928420

Karşımdaydı ve gayet netti aslında. Bana bakan o gözler, konuşmak istercesine kıpırdayan dudaklar, kelimelerin yetersizliğinden korkan o mimikler ile...
Kesin yine boş bakıyordu ama bence anlamlıydı, kelimeleri başkasına saçmalığı bana ise en güzel şiirleri anımsatıyordu.
Bir süre sonra iyice saçmalamaya başlamıştık, kavga edip ardından sımsıkı sarılmaya alışmıştı vücutlarımız.
Anlayamadığımız, anlatamadığımız sonsuzluğumuzun içinde kaybolduk zamanla. İçimizdeki yılanı melek sandık hep.
Fark ettiğimde iş işten çoktan geçmişti, bana bakan gözleri ve cansız bedeni kalmıştı geride.
Üzülemedim bile, kulağına fısıldadım son sözlerimi, ellerimle kapattım gözlerini.
Derin bir nefes alıp, yeni maceralarıma yola çıktım...

Yağmur

Bir damlasında hüzün, bir damlasında umut. Yağdıkça rahatlıyor, sesi çıktıkça rahatlatıyor sanki. Haykırıyor bazen, sesini duyurmak istiyor. Götürmek istiyor her birimizi farklı diyarlara. Beni bir başkasının hayatına, seni anne kucağına, onu sevdiğinin kollarına.

Bir damla, yağmur oldu, beni buldu. Alnımdan burnuma inene kadar, kanatlandırıp uçurdu. Diğer damlalara, diğer insanlara. Nefes alıp vermem daha da yükseklere çıkardı beni. Kanatlarımı çırptıkça yağmur hızlandı. Canım acıyordu, mermi gibi iniyordu üzerime.

Merak ettim, istemedim geri dönmeyi. Her hayat farklı karşılıyordu damlaları, biri avuçlarında hissetmek için ellerini açmış, diğeri ıslanmamak için evine kaçmış. Yükseklerde kimsesiz uçuşa devam ettim ve şaşırtıcı kimliğimi fark ettim...

Oturmuştum bir ağacın dibinde, elimin altında şemsiyem fakat gitmiyor elim. İstemiyorum yürümeyi... O ağaç koruyor beni, yaprak sesleri titretiyor bedenimi. Kimse fark etmemiş sahipsiz yüreğimi. Bir tarafım tek elini uzatmış kaldırmayı teklif ederken, diğer tarafım ağırlık yapmış otur diyor sanki.

Ben bile tanıyamadım kendimi, başkası nasıl tanısın ki beni. Bilmezdim yağmurdan korktuğumu, bilmezdim gerçeklerden kaçtığımı, tahmin etmezdim bu kadar yalnız olduğumu...

Alçaldım o küçük kızın yanına doğru. Üşümüştü, kanatlarımı örttüm. Gözlerindeki çaresizliği gördüm. Onu alıştırmak için tam şemsiyesini alıp kaçacakken tekrar döndüm, eğildim son bir kez alnından öptüm...

27 Eylül 2010 Pazartesi

Hayat Yolcusu

Önceleri bakardım sadece, geçen zaman ne ifade edebilirdi ki ufacık bir çocuk için. İlk önce biberon gitti elden sonra ise oyuncaklar. Anlayamadım büyüdüğümü. Önüme defterler geldi, okuma yazma öğretildi, okudum yazdım bol bol. Etrafa şaşkın şaşkın bakıyordum hala, doyamamıştım oyuncaklarıma. Evcilik oyunlarım beni bekliyordu sanki bir adım geride.

Ellerimi kullanmayı öğrenince sadece bakmaktan vazgeçtim. Dokundum, inceledim, ilerledim. Geçiyordu zaman, değişiyordu hayat. Geçen saniyeler yedirilen yemeklerden daha hızlı büyütüyordu beni. Sonsuz yoktu artık, açtığım kalemler, yazdığım defterler, çizdiğim resimler... Hepsi bitiyordu. Sadece hayallerim kaldı avuçlarımda.

Dalgalarla boğuşurken ayakta kalmak çok zor oldu, elime bir kürek almam gerektiğini öğrendim. İlerlemek kolay değildi. 'Keşke'lerimi geride bırakıp, 'iyi ki'lerimi aldım yanıma ve çıktım hayat yoluna...

23 Eylül 2010 Perşembe

Bitti, gitti...

Bir of çekelim ilk başta, geride bırakıp dertleri öyle başlayalım...
Düşünmemeyi öğrenelim, dert etmemeyi.
Kafamızı bulandırdıkça düzelmeyenleri silelim bir süre.
Getirmeyelim aklımıza...
O sıkıntılar olmadan bir adım atalım geleceğe,
Belki yaklaşırız görmemiz gereken gerçeğe,
Yeni güne yeni umutlarla girelim,
Güzel günlerin bir sokak ötede olduğunu farz edelim...
Ömrü tek gün olan kelebek bile uçuşurken heyecanla,
Daralıp bardağa koymayalım bir damla.
Kalbin sesini dinlemeyelim bu sefer,
Kalp küt küt eder, gönüldeki yer eder.
İster istemez çıkar o ses, duymazsak boşa gider.
Bırakın gitsin, başkalarını mutlu etsin...
Biz, bize kalalım.
Biz, bizde kalalım...
Ait olduğumuz yerde.
Kimseye güvenmeden, kimseye gücenmeden.
İkinci şanslar değerlendirilmek için varlar,
Yeni bir sayfa, yeni bir hayat, yeni bir surat...
İyiliğin kıyısındaki her insana uğrar,
Eğer etmezse inat...

22 Eylül 2010 Çarşamba

Yine O'na Gidiyorum

Hak ettiğim için çektiğim acı ve hiç hak etmediğimi düşündüğüm acı yine çarpışıyorlar kalbimde. Ayaklarım bir ileri bir geri. Telefona uzanıp geri çekilen el...

Bilemem yarın ne olur, dayanabilir miyim bilemiyorum. Yine mi gururumu aşar ulaşırım sana bilemiyorum.

Bildiğim tek şey vazgeçemediğim.

İsmimin yanına yakıştırdığım isim acaba şimdi kaç kalpte dolaşıyor, kimleri ağlatıyor, kimlere ağlıyor.

Sarıp sarmalamaya doyamadığım o teni kimler hissediyor, kimler o kokuyu çekiyor içine, en derinine...

En saf halimle, gözlerim kapalı sevdim ben ama yapamadım, dinleyemedim her sözünü. Dik kafa değil midir başa dert açan...

Her gece kan ağlar mı yürek? Biteli aylar yıllar geçse de silinmez mi bir iz? Birlikte geçen seneler hep göz önünde mi kalır?

Hiç olmadık zamanlarda hep dolar mı gözler, hiç bitmez mi gözyaşı.

Umut kelimesi anlamını yitirir bir süre sonra, ettiğimi buldum cümleleri ile dolar beyin. Önüne bak der, inanmasa da bakamayacağını bilse de.

Onun gibisi çıkmayacak bir daha karşıma belki, bilemem. Sanmam demek daha doğru.

Çıksa karanlık sokaklardan karşıma, tutsa elimden, gidiyoruz dese. Bırak herşeyini geride, paramız yok, yuvamız yok ama gitmeliyiz... Sözden, gözden uzağa gitmeliyiz.

Ben gidiyorum şimdi, rüyalarıma kavuşacağım yatağımda yine onu bulacağım, belki öper koklar, belki yine hatalarımı hatırlatır bilemem. Ama gidiyorum, dayanamıyorum ve yine ona gidiyorum... İyi geceler...

21 Eylül 2010 Salı

Özlenenin kıymeti...

Her insan özler hayatındaki bazı kesitleri, yitirilmiştir artık özlenen. Ya çok uzaktadır ya da uzanıp tutulamayan yakınlıkta... Kimisi toprak kokan memleketini, kimisi can dostu köpeğini, kimisi ise hayatında önemli yere sahip eski bir tanıdığını.
Her zerresi anılarla dolu özlem, hepimizin kapısını çalar dönem dönem. Tutar kolumuzdan götürür geçmişe, derin düşüncelere. İyi ki dedirttiği gibi keşke de dedirtir adama.
Her daim gelmez belki akla, fakat girdi mi çıkmak bilmez. Akıldan silinmez, üstü çizilmez. Dalgalar yükseldikçe kaybolur, dize inince yine o seni bulur.
Her ona benzeyen ile dalarız uzaklara, boş baktığımız sanılır, öyle düşünen yanılır. Ufukta yine ona rastlanır.
Her ne kadar yara aldıysak da görmez gönül gözü, gururun sesi çıkmaz işin özü. Hak eder, etmez kimse bilmez. Önemli olan her ne olursa olsun özleyebilmektir der günün sözü...

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Canımın İçi'ne...

O benim hem arkadaşım hem sevgilim hem dedem hem herşeyim...
Beni öpmeye doyamaz,
Onun gibisi olmadı olamaz.
Bensizse suratsızdır, huysuzdur belki.
İremo'yu görünce yüzü güler,
O kadar çok sever ki.
Kocaman kollarına sarar beni,
Sarar ellerime ellerini...
Dedem... Canım dedem...
Kucağına oturmaya doyamadığım,
Hastalıkları yakıştıramadığım,
Hiç aklımdan atamadığım...
Daha ne sırlar paylaşacağız seninle,
Her nefesimde benimlesin,
Kalbimdeki yerinle...
Daha ne günlerimiz olacak,
Kaç kadeh daha tokuşturacağız birlikte...
Sana, bana,
Büyük aşkımıza içeceğiz dedem,
Hep güleceğiz, güldürecek her daim İrem,
Dertler de olur ancak olsa olsa bir dirhem...

24 Ağustos 2010 Salı

Biliyorum...

Seni de sileceğim biliyorum, diğerleri gibi sen de gideceksin kalpten. Ne yaptın ki? Bir bakış mı attın aşk ile. Bu muydu farkın... Git işine...

Aşk günübirlik, kavga ise bir ömür değildir bizim lügatımızda. Hissediyorum, işine gelmeyince bırakıverirsin yarı yolda. Dengesizlikler son bulur da, belki insanlığa dönersin sonunda.

Girmeyeceğim artık rüyalarına, tırmanmayacağım kalbin dallarına. Pes etmek gerekir sıkıntılar doğup, gözyaşı olduğunda.

En başından biliyordum sendeki sorunu, kalpteki sonunu.
Dayanamıyor insan, açıyor kapılarını sonuna kadar, bir süre ortam havadar...

Belki diye haykırıyor, lütfen diyerek yalvarıyor fakat olmayınca olmuyor işte, yine diyelim hayır vardır her işte...

1 Ağustos 2010 Pazar

Veda...

Gidiyorum bu şehirden, gözlerim dolu dolu. Neredeyse her sokağına bir anımı serptim ve gidiyorum. Yaşadıklarından pişmanlık duyabilecek bir yapıya sahip olmadığımdan gururla terk ediyorum buraları. Her dakikası için 'iyi ki' diyebileceğim 6 senelik üniversite hayatım sona eriyor.
Soğuktur, ayazdır, sakindir, evet memur şehridir Ankara. Fakat hüznünüze ortak olabilecek bir özelliği vardır, her mevsiminde gözleri dolu doludur. Alıştırır kendine, vazgeçmek zor gelir.
Bu şehir öğretti bana yalnızlığı, bu şehir öğretti her korkuda anne denmeyeceğini. Kendi kendime yapabileceklerimi gösterdi bana senelerce.
'Üniversite yılları en güzel yılların doya doya yaşa' tavsiyeleri ile geçti yıllar. Şükredilmesi gereken yıllardı benim için, aşklarım dostlarım arkadaşlarım hepsi farklı hayatları tatmama neden oldular. En güzel anıları yaşattılar...
Tüm dostlarım gibi ben de üzülüyorum gideceğim için fakat burada bitmeyeceğini de biliyorum, hayatı öğrenmem için güzel basamaklardı bu seneler, bundan sonra çok daha güçlü, çok daha başarılı bir birey olarak sevdiklerimle yaşlanacağıma inanıyorum...
Beni kıran eski dost, beni üzen eski sevgili dahil olmak üzere bu yıllarımda yanımda olan insanlara çok teşekkür ediyorum.
Ben bu şehrin tadını unutamam, bu şehir de beni İstanbul'a yollayıp adımı unutamaz, biliyorum. Daha nice aşk dolu dakikalara, daha nice hoş sohbetlere, daha nice içkili eğlencelere, hep geleceğim Ankara.
Ben yokkken dikkat et kendine...
İyi bak kendine, iyi bak sevdiklerime...

20 Temmuz 2010 Salı

Doğu Gelinciği

Beş dakika kendimi Doğudaki bir kız çocuğunun yerine koydum ve aklımdan geçenleri paylaşmak istedim sizlerle:

Değerinin farkında olmayan bir kız çocuğuyum ben. Düşündükçe beni daha fazla üzen bir hayata sahibim. Ellerim nasırlarla kaplı, gözlerimde sürme sahibimi bekliyorum sanki... Başlatılan kampanyalarda sıra bir gün bana gelir beklentisi içerisindeyim, belki kurtulurum bu zulümden, belki ben de büyük şehirlerde yaşayan yaşıtlarım gibi rahata kavuşurum.
Neden erkek olarak dünyaya gelmedim ki? Abim, erkek kuzenlerim ne kadar da rahatlar. Babam onları seviyor, evladım diyerek bağrına basıyor. Benimse tarlada yetişen turfanda sebze kadar değerim yok buralarda. Oyunlar oynayamıyor, kitaplar okuyamıyorum. Kısacası yaşımı yaşayamıyorum. Aynı kaderi paylaştığım arkadaşlarımla güneşin altında geçiyor bütün günüm. Bu arada hiç erkek arkadaşım yok benim, bir merhaba bile diyemiyorum onlara. Bizim buralarda yasaktır, bilirsiniz töre cinayetlerini.
Yan evde oturan bir erkekten alacağım bir kalem bile abimin namusumuzu temizlemesine sebep olabilir...
Benim dünyamda lunaparklar, pamuk şekerler, çizgi filmler yok. Bunlar sadece hayallerimde, rüyalarımda gördüğüm güzellikler. Doğu'da kız çocuğu olmak böyle birşey işte. Doğarsın, kızsan kıymetsizsindir, farkına varmadan tarlalarda büyürsün, en çok parayı kim veriyorsa ona satılırsın, baban senden kurtulur, istemediğin adamlara ait olursun, yediğin dayaklarla geçer hayatın, öldüğünde ise kimse ağlamaz arkandan...

Doğudaki gelincik bu yazıyı yazamaz ki, o okula gitmiyor, bilmiyor ki okumayı yazmayı. Ailesi, çevresi ona hiç değer vermiyor. Genç yaşında tek kurşunla can vermemek için çabalıyor ve o ülkemizin kanayan yarası olmaya devam ediyor...

Ailenin gücü...

'Benim için ailenden vazgeçebilir misin' dedi delikanlı sevgilisine... Kız hiç düşünmeden 'hayır' cevabını verdi deliler gibi aşık olduğu adama. Onlar benim canım, hem onlar olmasaydı seni tanıyamazdım böyle düşün bir de dedi.

Bazı aileler vardır, kendi çıkarlarını evlatlarından fazla düşünürler. Bahsettiklerim onlar değil. Gerçek sevginin ne demek olduğunu bilen, yavrularının mutlulukları için canlarını verebilecek aileler.

Çocuğunun yüzünde o mutluluğu yaratanın kim olduğuna bakmadan kalbini açabilen aileler.

Kim için aileden vazgeçilebilir, var mıdır daha değerlisi? Kesinlikle hayır. Bizi o halimizle beğenen insan, ailemizin bizi yetiştirmesini beğenmiştir aslında.

Sevgi dolu bir anneyse ve çocuğunun mutlu olacağını düşünüyor ise asla hayır demez kuzucuğuna. Mutlu olması için ne gerekiyorsa da yapar. Onları her zaman dinlemek gerekir. Bu cümle akıllarda kalmalıdır; vardır elbet bir bildikleri...

Onlar tecrübelidir, zamanında aşkı da yaşamışlardır nefreti de. Bizden adım adım öndedirler her konuda. Sözleri her zaman dinlenmelidir ve onların yolundan gidilmelidir. Bazen annedir, bazen babadır ama her zaman candır...

16 Temmuz 2010 Cuma

Aşk İhtiyacı

Yeni başlayan bir ilişkiden çıkalım yola, ilk günlerde insanların birbirlerine vakit ayırmaları bile mutlu olmaları için yeterlidir. Arkadaşlarını değil beni tercih etti, akşam yemeğini ailesiyle değil benimle yedi diyerek yetinilir. Karşılıklı güzel sözler söylenmeye başlar ve o kişiden o kelimeler ilk defa duyulduğu için kalp yerinden çıkacakmışçasına atar. Gülen gözler ilişkiye olan ilgiyi arttırır, görülen ilgi sevgiliye bağlılığı arttırır. Günaydın mesajları güne güzel başlatır, olmazsa olmazdır. Taraflar birbirlerinden haberdar olmak ister günün her saatinde. Kiminle nerede ne yapıldığı, öğlen ne yemek yendiği, hangi arkadaşla karşılaşıldığı gibi bilgiler gün içinde mesajların konusu olur. Buluşmaya saatler kala heyecan patlaması yaşanır ve şöyle paylaşılır; Seni görmek için sabırsızlanıyorum…

Buraya kadar her şey güzeldir. Birbirini aslında pek fazla tanımayan iki insanın, yalnızlıktan sıkılıp, etkilendiği karşı cins ile yakınlaşması zaman içerisinde sorunlar doğurur.
Sahip oldukları yetmemeye başlar insana. Neden ilk günlerdeki kadar mutlu değilim sorusu beynin içinde döner durur. Elimi eskisi kadar sıkı tutmuyorsun, mesajlarıma daha geç cevap veriyorsun cümleleriyle de karşı tarafın beyni yenir genelde. El ele gezmeler, sarılıp öpmeler daha az tat veriyordur artık. Eskiden bütün program sevgiliye göre yapılırken, artık sevgili sadece boş vakitlere sığdırılıyordur. Daha fazlasını istedikçe daha azını görmek yorar insanları bir saatten sonra. Ve beklenen olur yavaş yavaş uzaklaşır iki taraf ilişkiden.

Aslında hiç aşık olunmamıştır, öyle sanılmıştır sadece… Öyle inandırılmıştır yürek… Etrafta el ele yürüyenlere imrenilmiştir, ben de hak ediyorum diyerek başlanılmıştır ilişkiye. Zorla aşık olunmaz, kalbin her kapısını çalan aşk olamaz. Aşk ihtiyaç duyulduğu için değil, gerçekten hissedildiği zaman yaşanması gereken, çok özel ve bulunduğunda sımsıkı tutulması gereken bir histir…

11 Temmuz 2010 Pazar

Gerçekleri görmek...

Ben her zaman herkesi kendim gibi zannediyorum, hiçkimse benim kadar iyi değil demeyin. Aslında hiçbirimiz mükemmel değiliz, karşımızdaki insanın hataları gözümüze çarpıyor olabilir ama biz de bazen hatalı olabiliyoruz . Yanlış yollara sapabiliyor, yanlış tercihler yapabiliyoruz.
Tabi ki hak etmediğimiz kazıkları yiyerek üzüntüler de yaşıyoruz fakat bu bizi tamamen haklı çıkarmıyor. İnanın benim iyi olduğum kadar, sizlerin iyi olduğunuz kadar iyi olan insanlar var. İnancınızı yitirmeyin...
Bugüne kadar karşınıza çıkmadı diye bugünden sonra da çıkmayacak diye bir kaide yok.
Biraz temkinli olduktan sonra kimse kimseyi üzemez. Unutmamalıyız ki bizler nasıl birilerini üzüyorsak, başkaları da bizi üzebilir. Hayat böyle değil midir zaten?
Ettiğini bulmaz mı insanlar...
Ben hatalı değilim, ben asla hata yapmam gibi kesin cümlelere yer yok hayatta. Neyin ne olacağı hiç belli olmaz. İlla ki vardır herkesin hatası ama bazen görünmez işte. Görmek istemeyiz, istesek bile göremeyebiliriz. Diğerlerini eleştirmek her zaman kolay gelir, bir kaçış yoludur...
Öz eleştiri yapıp karakterinizi gözden geçirdiğinizde bir takım eksiklikler veya yanlışlar fark edeceksiniz. Bunları törpüleyip düzelttikten sonra sırasıyla sunacak hayat hepinize güzelliklerini, yaşayalım görelim... Ben denedim, test ettim, onayladım...

Gecenin sabahla son bulması

Karanlıkların er ya da geç aydınlığa kavuşacağını bilerek yaşadım her zaman. Aslında her yaşanan iyi yönde etkiliyordu hayatı, sonuçta deneyimdi adı. 
Bütün olumsuzluklara rağmen yeni güne arınmış bir şekilde uyandığım için kazandım. Yendim, ezip geçtim mutsuzluğu. Umudumu yitirmek aklımın ucundan geçmedi. Biliyordum herkesin hak ettiğini bulacağını...
Saatler, günler, aylar geçti. Pek bir değişiklik olmadı. 
Bu heyecan ne zaman karşıma çıkacak, ne zaman aşk şarabıyla sarhoş olabileceğim sorularını sorarken kendime, bir ışık fark ettim. Gözümün önünde yanan bir mumdu bu.
Öyle sarıyor, öyle yakıyordu ki beni... Nereden geldiğimi şaşırdım...
Nereye gideceğimi düşünmeden, düşünemeden kapıldım. Ellerimle kapattım etrafını, söndürmesinler diye. Ardından gözlerimi kapattım, ondan başkasını görmeyeyim diye. 
Eller kenetlendi hiç ayrılmamak üzere, yürek mühürlendi aşk dolu sözlere...

9 Temmuz 2010 Cuma

Lunapark misali...

Gömülüp koltuğuma, uzattım bacaklarımı pufuma...
Düşündüm de güzellikleri,
Hayat aslında lunapark misali,
Her renge sahip, gökkuşağı gibi...
Pembe uyanmak ve simsiyah uyumak...
Hepsi senin elinde,
Çiçek kokusu ömrün her yerinde...
Lunaparkta tehlike de var elbette, 
Hani şu binmeye korktuklarımız,
Adrenalin istediğimizde yaklaştıklarımız...
Sizce hayatın var mı farkı bundan?
Rengi soldurmak, daha da renk vermek,
Durdurmak, devam ettirmek..
Onun değil bunun değil hepsi senin elinde...

8 Temmuz 2010 Perşembe

Pardon?

Yanlış hatırlamıyorsam gözlerinizdi beni benden alan.
Sesinizdi kalp atışlarımı hızlandıran,
Tutun, lütfen tutun elimden...
Gidelim buralardan aniden,
Ayrıntılara değinmeden, büyüyü yitirmeden..
Biz değil miydik onca acıyı çeken?
Düşe kalka yürümeyi öğrenen...
Belki gerçek aşk bendedir,
Ve öncekiler sadece bahanedir..
Basamak oldular belki bize,
Yaklaştırdılar birbirimize,
Sebep oldular gerçekleri görmemize...
Şerefe ey aşk, sana, bize, şerefimize...

Verin Coşkuyu!

 














Tutma içinde, 
Aşkmış, nefretmiş ayırt etme...
Püskürt doyasıya, 
İç doyasıya her anıya.
Üzgünken surat asıksa,
Mutluyken dişler görünsün..
Hakkını vere vere yaşa hayatı.
Bütün problemler çözülsün..
Bir düşün, yarın ne olacak?
Kim bilmiş ki sen bileceksin,
Kim ölecek kim kalacak...
Kalmasın içinde isteklerin,
Uğraş çabala, seni dinler dileklerin..
Ver sabahları kendine coşkuyu,
Yakalarsın hayatı kanadından
Bırakırsan bitmez tükenmez sorguyu...

Aynaya bakar gibi...

O kadar benzeriz ki bazı insanlarla, aynı hayatı yaşamış gibi...
Aynı kalbi taşıyor gibi...
Her cümlenin ardından, bu benim cümlemdi diyerek.
Anlatılanların ardından kendi hikayemizmiş gibi hissederek...
Kaybetmeyi hiç istemeden, birlikte yürüyerek...
Bazen eş dost olur bazense sevgili,
Fakat en güzeli ona bakmak, aynaya bakar gibi...

2 Temmuz 2010 Cuma

Yapamadım. 
Daha fazla karşı koyamadım hatalarıma. 
Kabullenmem lazımdı artık, bir dur demem lazımdı.
Görmemezlikten geldim,
Herkes yapıyor dedim uzun süre..
Hatadır, yapılmak için vardır dedim...
Herkes olmadığımı anlayınca değişti düşüncelerim.
Ben; beni üzenlerden değildim,
Parçalayıp üzerine basabilenlerden hiç değildim...
Tek tek koydum önüme yanlışları,
Her biriyle yüzleştim neredeyse.
Artılarımı koyup övünmeyi de bildim tabi...
Ardından karar zamanı geldi,
Ya diğerleri gibi olacaktım 
Ya da olmam gerektiği, bana yakıştığı gibi...
İnsan düşündükçe, derinine indikçe buluyor doğruları.
Bazen ağır sözler işitmek gerekiyor.
Ben bu olamam dese de, o oluveriyor işte..
Yakıştıramasa da kaçamıyor bazen hatalardan.
Farklı karakterlere bürünebiliyor...
Önemli olanın maskesiz en duru hali ile kendisi olduğunu geç fark edebiliyor...



28 Haziran 2010 Pazartesi

Bulaşıcı gülücük...

   Meraklı gözlerden uzaklaşmaya çalıştıkça onlar bulur bizleri.. Kendi köşeme çekilip yaşayacağım demek işe yaramaz bazen.. İnsanlar vardır bizleri merak eden. Belki sadece dedikodu amacı ile belki de önemsedikleri için. Bazıları biz gülümsedikçe gülümser, gözlerimizdeki ışıltı onlara neşe verir. Bazıları ise bizim üzülmemizi beklerler zafer çığlıkları için. Bir kenarda zor anımızı beklemektedirler...
   İpleri elden bırakmamak lazım. Ben kendi hayatıma bakarım derken sırttan bıçak yememek için siper almayı bilmek lazım...
   Mutlu olduğumda hep güldü benim gözlerim, hatta utandığımda ve sustuğumda da. İçtenlikti beni ön plana çıkaran, duvarlarım vardı belki ama kötü niyetli olmadığım belliydi her zaman...
   Meraklı gözler üzerimdeydi fakat onları uyutup istediğim gibi yaşamayı bildim, kendimi bilerek yaşamayı da bildim elbette...
   Gülümsemenin en güzel kapıları açtığını öğretti bana hayat. Sinirin, moral bozukluğunun bulaşıcı olduğu bir ortamda mutluluk bulaştırdım insanlara. Peri sopamla dokundum herkese, saçtım iyiliği tanımadıklarıma bile. Ulu orta yaşasanız da, köşenizde yaşlansanız da mutlu edin insanları, mutlu olmayı zor sananları...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Hızlanan kalp atışları...

Hiç tanımasan bile takılır gözlerin,
Sen istemezsin, onu bulur sözlerin...
Göremezsin belki yolun sonunu, 
Fakat atarsın kalbine tohumunu...

Öyle bir geceydi ki,
Gökyüzü yıldızlarla çevrili,
Her biri göz kırpıyordu yüreğime,
Söz geçiremiyordum benliğime...

Hayır! Olamaz...
Ders aldım ben dedikçe,
Yaklaşıyordum gitgide...
Hatta üzerine yürüyordum ateşin, bile bile...

Onca acı çekmişim, banane.
Bu sefer olmayacak eskiler bana bahane...
İstiyorum ve gideceğim üzerine,
Kazıyacağım belki o ismi yüreğime.

Eskileri bahane ede ede gerçek aşkı kaçırmamak lazım, pürüzleri düşünmeden kalbi hissetmek, sevmek lazım...

19 Haziran 2010 Cumartesi

Aynaya bakabilmek

Yazları bir başka güzel değil midir gönüller,
Dalga sesi kulakta,
Güneş sıcağı tende,
Devam ederiz uzun yolumuzun üzerinde...
Avuçlarda çiçek kokusu,
Üzerimizde kelebek dokusu,
Pamuk gibi olmaz mıyız, kalplerimiz suların en durusu...
Çok ders aldık hatalardan,
Öğrendik kapanmayan yaralardan,
Kendini iyi sananlardan...
Cıvıl cıvıl ötüşürken kuşlar,
Akıllara gelmez mi yaşananlar,
Bazen zorlayan dik duruşlar,
Bazense cayır cayır kalpte yananlar...
Sıradan değildir hiçbir yaşanan,
Tesadüf değildir kalbin kapısında karşılanan,
Yeri gelir anı olur adı,
Yeri ise kalbin yanı..
Yeri gelir sırf sıkıntı denir,
Zamanla kabak tadı verir...


İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden biten aşklara, geri dönüşü olmayan hatalara, her yanlış yola sapıp kendini iyi sananlara... Yazık değil hiçbirimize, bugün yoksa dün vardı, bugün yoksa illa ki yarın olacak hatamız, nihayetinde hepimiz insanız..

28 Mayıs 2010 Cuma

Türkiyem

Ben bu toprakların çocuğuyum,
Göğsümü gere gere basarım da,
Gözyaşlarımla sularım da...
Minik bir ilçede doğup,
Buralarda genişlettim ufkumu...
Yurdumun insanlarıyla yetiştim,
Onlarla büyüyüp, onlarla değiştim...
Kaçıp gitmeyi hiçbir zaman bilmedim,
Yaratmadım hayatımda o seçeneği.
Ülkem için diyerek attım adımlarımı,
Vatanımla birlikte düşledim yarınlarımı...
Pes etmeye yaklaştığım zamanlarım da oldu tabi,
Fakat yemedi gözüm, gidemedim...
Bırakamadım sokaklarımı, köşe lambalarımı...
Bu toprakları satanların karşısında,
Sevenlerin yanı başında oldum her zaman...
Her çeşit insanı barındıran bu ülkede,
Yaşayarak tecrübe edindim tüm özelliklerimi.
Biliyordum, 
Hala biliyorum güzelliklerin geleceğini...
Dağılacağını bu kara bulutların ve
Haykırıyorum 'Atatürk İlkeleri' ile yola devam edileceğini!

Ardına bakmayanlar ordusu.

Bilmem siz de benim gibi misiniz? 
Yaşadıklarıyla övünen,
Derdiyle tasasıyla çekinmeden görünen..
Ardına bakmadan ilerleyen...
Ne acılar çektik kim bilir,
Hepimizin içinde artık batmayan cam kırıkları...
Neden bakayım ki geçmişe,
İyisiyle kötüsüyle neden hatırlayıp durayım ki,
Beni ben yapan zaten onlar değil mi?
Geçmişim yaratmadı mı beni?
Geleceği yaratabilmek için geçmişime değil,
Günüme takılırım ben...
Mutlu edene selam eder,
Üzene veda ederim..
Mutluluk balonuna tutunur,
Sağa sola sallanırım çoğu zaman...
Anlayışta, empatide, merhamette bulurum insanlığı,
Bulduğumda o kalbe tutunur,
Boğulduğumda ise kalp unutturur...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Vazgeçemediklerime...



Herkes gider onlar kalır, birlikte veya ayrı... Varlıkları yeter her zaman...
Sımsıkı sarılıp bırakmamak lazım, 
Yolun sonunda sağda anne solda baba vardır,
Hataların ardından, hayal kırıklıkları ardından, kalırlar..
Kopamayız, kopamazlar...
Gerçektir işte o sevgi, karşılıksızdır...
Bir rica yeter istekleri yaptırmaya...
Ufak kırgınlıklar yeter moral bozukluğuna...
En yüce sevgidir, vazgeçilmezdir.
Yıpranmaz, yıpratamazlar...
Kimler gelir, kimler geçer, onlar kalır daima...
Annenin kokusu hangi çiçekte bulunur ki?
Ya babaya duyulan güven?
Kim geçebilir ki önlerine...
Onlar birbirlerinden geçse de, geçilmez onlardan...
Şükredilir sağ olduklarına,
Dualar edilir var olduklarına...
Varlıklarıyla atan kalp,
Yokluklarında sesini kaybeder...
Yaşananlar hep hatırdadır,
Söylenmesi gereken; neden yerine tamamdır...
Kabullenmek gerekir verilen kararları,
Mutlu olunacaksa yıkmak gerekir duvarları...


Beni benden çok seven anneme babama... 
Benim benden çok sevdiğim anneme babama...
Mutlu günlerimize,
Bir elimi tutan anneye,
Diğer elimi tutan babaya,
Öylece el ele gezilen günlere,
Özleyeceğim... Çok özleyeceğim...
Candınız, cansınız, her ne olursa olsun can kalacaksınız...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Kendini Sevmekle Başla

Kendi içimde rastladığım huzuru paylaşmak...
Döne dolaşa insanın kendi kendine kalması,
Duru güzelliklerin kalpte yetişmesi,
Güzel bakmak,
Çiçekler gibi kokup,
Kelebek kadar hafif olmak...
Sessizlikte karşı karşıya gelinen o dinlendirici boşluk.
Sonu bilinmeyen yollarda yürümek.
Melodiler ardından gelen o sadelik,
Belki geçmiş delik deşik...
Kalplerin aynasının bulunması,
Ne ileri ne geri var olunan yer...
Güzelim diyebilmek,
Kolay mı bu kirli hayatta temiz kalabilmek...
Rahat mı o kadar mutluluğu sürdürebilmek...
Parmak uçlarımda yürümek,
Belli etmeden avuçlarda saklamak bazen,
Paylaşmaktan korkmak,
Çünkü kendi kendine bulmak...
İnişli çıkışlı ömürde, kendini bilmek.
Fark etmek gerçekleri,
Kendime saygı duyarak çıktım ben yola...
Tavsiyem insan sevmeli kendini doya doya...

21 Nisan 2010 Çarşamba

Vicdansızlar...

O kadar saftı ki dünyası,
Öyle güzel bakıyordu ki etrafına...
Ta ki vicdansızlarla karşılaşana kadar.
Körpecik vücudunda,
Ne acılar barındırıyor artık..
Nasıl sağlığına kavuşur,
Nasıl güvenir birilerine bilen var mı?
Sevgiye aç olduğu,
Basamakları yavaşça çıktığı bu yıllarında,
Bu kadar zarar verilebilir mi bir çocuğa...
Çikolatayı hangi çocuk sevmez,
Seni kafir! Bu mudur insanlığın...
Böyle mi kandırdın ufacık bedenleri.
Bakkallar, sokaklar...
O çocuk eğlenirdi, 
Yaşını yaşardı oralarda..
Nereden bilsin ki sonunu...
Ne yaptın bir düşün?
Hayatını bitirdin,
Geçmişini çürüttün, geleceğini kararttın...
Nasıl çıkarsın insan içine,
Kime neyin açıklamasını yaparsın bu saatten sonra...
Hiç mi kalmazsın o lanet olası vicdanınla baş başa...
Git bak aynaya, tükür kendi suratına.
İnsanlığından utan,
Seni dünyaya getirenlerden utan,
Allah'ın sana verdiği lütuflardan utan...
Şerefinle yaşayabileceğin şu güzel hayatı,
Şerefsizliğinle kirlettiğinden utan!


Tüylerim diken diken oldu yazarken, Siirt'te yaşananlardan o insanlarla aynı havayı soluduğum için utanıyorum.

15 Nisan 2010 Perşembe

İçelim bu akşam...

Sana içelim, bana içelim,
Bize içelim, kardeşliğe içelim,
Geçmişi düşünüp, onlara içelim,
Kalbi hissedip, aşklara içelim..
Mutluluğu düşünüp, canlara içelim..
Sessizliği düşünüp, kendimize içelim.
Kadehleri devirip,
Altüst ettiklerimize içelim..
Mutlu ettiklerimize, edemediklerimize de içelim.
İçelim gitsin, vuralım gitsin kadehleri.
Burnumuz bira köpüğü,
Sohbetimiz rakı sohbeti,
Tenimiz viski sıcağı olsun,
Biz hep içelim...

14 Nisan 2010 Çarşamba

Yalnız değil miyiz aslında..

Ardımızda bıraktıklarımız, 
Belli etmeden, susup ağladıklarımız,
Sessizce çekilen acılarımız, 
Sizce yalnız değil miyiz aslında? 
Her zaman var olan, daima elleri tutan, 
Sesimizi kalbinde duyan, kim var ki hayatta?
Bitmek bilmeyecek bu serzenişte, 

Yalnızlığı kabul etmek.. 
Belki kabuğa çekilmek, belki üstüne gitmek. 
Önemli olan göğüs gere gere yalnızım diyebilmek..
Tanıdıklar zaten yoktur, 

Arkadaşlar bir var bir yoktur, dostlar ise gerçeklerse genelde vardır. Fakat mühim olan bulmaktır. 
Kim var ki hayatta yanan kalbe dokunan..
Bir kelime ister insan, 

Bazense tek bir dokunuş, 
Genelde bulduğu geçiştirme cümleleri olur.. 
Tek bir kelime yetecekken o uzun cümlelerde bulamaz aradığını. İstediğim bu değildi der 
Ve tekrar kabuğuna çekilir.
Kabul etmeliyiz. 

Var olan tek gerçek bizleriz. 
Kendi kendine yapıyor insan ne yaparsa. 
Atılan her adım 
Geriye veya ileriye döndürüyor içimizdeki dünyayı...
Fakat hangi yöne gidersek gidelim 
Yalnızlar sokağından geçip,
Issız bir adaya düşeceğiz. 
Kendi içimizde halledeceğiz problemleri,
İçimizden gelen ses,
Bize kendimizi öğretecek çoğu zaman.
İnsan kendini çözebilirse, 
Yalnızlık yakmaz canı, 
Sevilir hatta zamanla. 
Ben bana yeterim diyerek devam eder yoluna...

6 Nisan 2010 Salı

Sorgulama...

Kendinizi tanıdınız mı yeterince?
Biz kimiz, siz kimsiniz?
İnsan bilebilir mi
Kendini bilmeden, bir başkasını..
Çözebildiniz mi kendi problemlerinizi,
Nasıl sıra geldi diğerlerine?
Rahat mı ki içiniz,
Bir başkasına geçirdiniz sırayı.
Bencil olmak gerekmez mi bazen?
İlk sırada bir başkası mı ?
Yoksa kendimiz mi?
Kendimizi düşünerek harcasak vakti,
Sana değmez cümlesi hiç çıkmasa ağızdan.
İstediğimiz kadarı yeter insanlara,
Onların istediği değeri vermeye ne lüzum var?
Ben merkezci olalım bu sefer,
Geçmeyelim kendi önümüze,
Ezip geçmeyelim kendimizi,
Olması gereken gibi değil de,
İstediğimiz gibi...
Pişman olmayalım hiç,
Yaşanacaktı yaşadık diyelim.
Bakmayalım geriye,
Kıymet verenlere adayalım,
Kalbini açanlara sunalım sevgimizi.
Dünyaya uyup dönmeyelim,
Geçmeyelim sözümüzden,
Geçmeyelim özümüzden,
Ödün vermeyelim gönlümüzden...


2 Nisan 2010 Cuma

Değişim...


Tüterken burunda koku,
Aranırken tende ten,
Eller bomboş beklenirken,
Daldım yine uzaklara...
Döner mi diye düşünerek,
Bakar mı geriye diye sorarak...
Açtığım her şarabın ilk yudumunda bulduğum,
Kapattığım her sayfanın sonunda rastladığım aşkı
O da özler mi diyerek meraklanarak.
Bizimki de farklıydı bir zamanlar,
Biz farklıyız derdik, herkes gibi...
Kim farklı ki?
Kalan var mı dünden bugüne değişmeden...
Döndükçe dünya gelişeceğiz, değişeceğiz.
Bazen hakim olacağız,
Bazense başkalarına ait.
Geriye bakmak sıkacak canı zamanla,
Önceliklerimiz gereksizlere dönüşecek bizde.
Başımızı eğdirmeyecek,
Haykırışlar dinmeyecek,
Fakat umutlar her yeni gün beslenecek.
Beslendikçe büyüyecek.
Daha niceleri filizlenecek...

15 Mart 2010 Pazartesi

Kendi haline bırakacaksın...

Sıkmayacaksın karşındakini,
Kızın da olsa kocan da olsa arkadaşın da olsa,
Bunaltmayacaksın.
Zorlamayacaksın, karşı gelmeyeceksin.
Ailense susmayı bileceksin,
Değilse ve işine gelmiyorsa ya kabul edeceksin,
Ya da çekip gideceksin.
Bir yaştan sonra değişmez insan,
Baş kaldırışlar sadece kavgaya yol açar,
Kırgınlıklarla son bulur.
İnat varsa, her kafadan bir ses çıkar,
Belki zamanla unutulur.
Baskın taraf kendisini geri çekmez,
Huylu huyundan vazgeçmez.
Kabullenmektir bazen sevgi,
Kaldırabilmektir karşıdakini.
Benimsemektir karakteriyle,
Deli olmamaktır deliyle.
Kendi kendine bırakılmalı insan,
Nerede nasıl yaşamak istiyorsa..
Değiştiremezsin ne yaparsan.
Belki anlık değişimler yaşar, tabi sen kanarsan...

14 Mart 2010 Pazar

Yalandır bazen..

Paylaşılanlar yalandır bazen,
Çok değerlidir tek tarafta üzen.
Her yaşanan düşündürür,
Anılar uzaklara götürür.
Kalp büyüktür...

Arkadaştır ilk önce,
Dost olur akrep yelkovan döndükçe,
Zamanla karşılıklı daha da sevince,
Her şey oluverir insanlar birbirlerine.

Öyle büyütmüşüm ki seni yürekte,
Aramışım her cümlede, her sebepte.
Bir de bakınca arkaya dönüp de,
Sıkılmıyorum 'hak etmedim'i tekrar etmekte.

Farklı ülkelerdeyiz artık,
Zaten istesem de yanında olamayacağım,
Bundan sonra ben yokum desen de,
Biliyorum aklıma geleceksin her kadehte.

Birkaç hata yüzünden, yıllarını verdiği prensesinden vazgeçebilen, çok değer verdiğim bir insana yazdım, inşallah yine her okuyan kendinden bir parça bulur. Hayatımızdakilerin kıymetini bilelim, çok geç olmadan, pişman olmadan...

5 Mart 2010 Cuma

En güzel adama



Baba,
İki hecede takılan fakat kitaplara sığmayan,
Yıllardır örnek aldığım adam.
Defalarca beni de sokmuş olan o sivri dile,
Artık ben de sahibim sayende babam.
Kimseye bir kuruş borcum yok,
Her şey istediğin gibi devam.
Senin gibi, doğrunun yanındayım her an.

Saygısızlığın küstahlıkla yapılabileceğini,
Saygının ise içki veya sigara ile oluşamayacağını öğreten baba!
Beni ben yapan, gücümü borçlu olduğum,
Her halimi gören,
En önemlisi her halimle seven babam.

Hala inemediğim o kucağın rahatlığı yok
Hiçbir koltukta!
O gözlerdeki tecrübe, güven
İnan yok hiçbir insanda...

Bilirim elini tutup dolaştığımda,
Hiç kimse dokunamaz bana.
Yıllar unutturmaz, anılar atılmaz ki yabana.
Acıktım yedirmedin mi?
Pislettim temizlemedin mi babam?
Düştüm kaldırdın, içtim sırtında taşıdın...
Az yükümü taşımadın babam.

Boyundan posundan korkar,
Yumuşacık kalbine koyardım başımı çoğu zaman.
Yaşananlar rakıda meze,
Sigarada duman...

Sana söz en güzel adam!
Kalbin bende oldukça;
Asla yanlış yola sapmam!

4 Mart 2010 Perşembe

Karpuzun adı, Çileğin tadı

Karpuz zordur her zaman, çekirdekleri vardır ayıklanması gereken ve tabi kalınca kabuğu. Elini kesmeden kesmelisin kabuğu, eline yüzüne bulaştırmadan nazik olmalısın, kadınsın elbette nazik olacaksın. Erkeğinse, kibar yaklaşacaksın.

Çekirdekleri ayıklarken bile karpuzun şeklini bozmamaya dikkat ederiz, bıçağın ucuyla özenerek. Karpuzdur o bir kere, her mevsim yoktur. Özeldir. Bulduğumuzda, hele ki lezzetliyse kıymetini bilmemiz gerekir.

Biz kadınlar hıyarlıktan terfi edip çilek olduysak, karar verdiysek sevecenliğe, tatlılığa karpuzumuzu sıkıca tutmalıyız. Özenle taşımalıyız ve yere düşürüp patlatmamalıyız.

Bazı karpuzlar tatsız bazıları ise çok lezzetlidir ama karpuzdur ne de olsa, olgunlaşmışsa bir şekilde yenir, herkesin ağzına layık bir karpuz vardır. Çileğin de pek bir farkı yoktur tabi, tadı yoksa pudra şekeriyle güzelleşir ama bir şekilde güzelleşir işte. Sıcak kanlı olursak ve karpuzumuza sarılırsak o daha iyi yetişir, güzel yüzünü, şekerli tadını verir bizlere.

Erkekler! Size tavsiyem ise; çileğinizi hıyara çevirmek için uğraşmayın. Gitmeyin üstüne, tadında kusur bulup şekere boğmayın. Unutmayın, hıyar olmak çok kolay. İlgi, sevgi, şefkat, sadakat istiyorsanız hıyarlardan uzak durun bizlere; çileklere yaklaşın ve kıymet bilin.

Ayşe Aral'a :) Güzeller güzelime!



1 Mart 2010 Pazartesi

Heyecan...




İçini ısıtıyorsa her bakış,
Her işitilen kelime yakıyorsa kalpte bir bölümü,
Göz göze gelmek nabzı hızlandırıyorsa;
Tatlı bir heyecan var demektir.




Ucundan tutulduysa bırakılmaması gereken bir heyecan,
Tadına bakmaya korkulan,
Aynı zamanda tadından yenmeyen bir heyecan.


Düşünmek bile gülümsetir insanı,
Telefona gelen bir mesaj, en güzel hediyedir bazen.
Onunla alakalı ufak bir ayrıntı bile mutlu eder,
Ayrıntılar incelenir,
İsmi geçiyorsa her cümle kıymetlidir.

Seviyor muyum diye sorular başlar beynin içinde,
Nedir bu beni benden alan,
Hayır denir, bu ben olamam.
Hani olmayacaktı, hani bir daha olamazdı...
Fakat olur,
Ortalık durulunca, aşk yine bulur.

Bulduğumuz son aşka, kalp atışlarımızı hızlandıran insanlara, bitmesinden korktuğumuz, gözlerden sözlerden sakladığımız o saf duygulara kaldırdım kadehimi...